14 Jun
14Jun

Uyanış…Aydınlanma… Huzur… Mutluluk…

Hepimizin aradığı… 

Robert De Niro ve Robin Williams’ın başrolü paylaştıkları ‘’Awakenings’’ (Uyanışlar) filmi geliyor aklıma. Uyurgezer bir halde, dünyadan bihaber yaşayan (!) hastalar için gecesini gündüzüne katan, onları hayata geri döndürmeye çalışan bir doktoru ve içinden geçtiği ağır duygusal süreci anlatıyor. Konu itibariyle ağır ama o kadar gerçek, o kadar sıcak ki…Tıpkı hayatın kendisi gibi…O hastalar için bir umut ışığı yakmak, küçücük bir tepki verdiklerini görmek, Dr. Malcolm Sayer için ömre bedel. Uzun uğraşlar sonucu o umut ışığını yakıyor Dr. Sayer. Kendi bulduğu bir tedavi ile tek tek ‘’uyandırıyor’’ hastalarını. Onların birer birer hayata döndüğünü, normal insanlar gibi konuştuğunu, güldüğünü, hissettiğini görmek, onları uyandırmak, kendi uyuyan ruhunu uyandırmak gibi Dr. Sayer için. Onları hayata döndürdükçe kendi yaşama sevinci canlanıyor, kendini buluyor adeta. Ne var ki uzun sürmüyor sevinci. Çünkü ilacın yan etkileri kendini göstermeye başlıyor ve hastaları birer birer eski haline geri dönmeye başlıyor. 

Tıpkı hayatın kendisi gibi, değil mi? Uzun zaman toprak altında havasız kalıyoruz, sonra bir olay ya da bir insan çıkıyor ortaya, bizi oradan alıp bulutlara çıkarıyor. Kanatlanıp uçuyoruz, yaşama sevinci doluyoruz, sonsuz mutluluğu yakaladığımızı düşünüyoruz. Sonra bir gün, aniden büyü etkisini yitiriyor ve hızla öğrenilmiş çaresizliğimize geri dönüyoruz. Farkına bile varmadan…Ve yine deli sorular, yine arayışlar, yine mutsuzluk… 

Uyanış denen şeyi çok mu büyütüyoruz acaba? Tüm hayatın anlamını tek bir kelimeye yüklemek…Ne kadar anlamlı? 

Nedir uyanış, nedir aydınlanma? Ne oluyor mesela, nasıl hissediyor insan aydınlanınca? Aydınlanma, kişinin saf bilinç haline gelme durumu. Yani egoyu, bedeni, hırsları, kaygıları, üzüntüleri ve düşünceyi aşma durumu. Hepsinin üstüne çıkıp, tüm çıplaklığı ile dünyayı ve evreni algılama durumu. Öz’e ulaşma, öz ile bir olma durumu. Üzerindeki örtülerden kurtulma hali diğer bir deyişle.

Uyanış ya da aydınlanma dediğimiz şey, tek bir anda gerçekleşen bir durum değil. Zira kendini aşma, egonun, düşüncenin, bedenin üzerine çıkma durumu, küçük küçük farkındalıklarla, adım adım gerçekleşen bir durum. Birer birer atmamız gerekiyor üzerimizdeki örtüleri. 

Her şeyden önemlisi, uyanmak için, öncelikle uyuduğumuzu kabul etmek gerekiyor. 

Hayatta sürekli olarak, farkındalığımızın sınırlarını zorlayan durumlarla ve insanlarla karşılaşıyoruz. Onlarla mücadele ederken sınırlarımızı aşıyoruz, kendimizi keşfediyoruz, hayatı anlıyoruz. İşte bu küçük keşifler, zorlanmalar ve farkındalıklar bir araya geldiğinde bir anlam ifade ediyor ve bir gün, o aydınlanma dediğimiz durum gerçekleşiyor. Bütün mesele, o küçük anların farkında olmak! 

  • Kaç kez aynı tarz insanlarla sorun yaşadınız ve ilişkileriniz sona erdi?
  • Kaç kez benzer sebeplerle işinizden ayrıldınız?
  • Kaç kez aynı kavgaları ettiniz annenizle, babanızla?
  • Kronik hastalıklarınız var mı? Ne zamandır sizinle beraber bu hastalıklar?

 Ne öğrendiniz tüm bunlardan? Ne değişti hayatınızda? Neydi içinizde uyanması gereken, fakat bir türlü uyanmayan? 

Hani o, ‘’çok zor’’ dediğimiz durumlar var ya, ilişkilerimizi, sağlığımızı, varlığımızı tehdit eden, bizi kendimize yabancılaştıran…İşte o durumlar yaratıyor o küçük uyanışları. Farkına varırsak ve gereğini yaparsak elbette. 

Küçük, büyük pek çok farkındalıklar yaşıyoruz hayat boyu. Fakat bunlarla ne yapacağımızı bilemediğimiz için, bu farkındalıklar zamanla ağır bir yük haline geliyor ve aydınlanma yerine mutsuzluğa sürüklüyor toy ruhlarımızı. Sonra da, ‘’farkında olup da ne oluyor, sadece mutsuz oluyoruz’’ diyoruz…Çünkü farkındalıklarımızı eyleme dönüştüremiyoruz. Değişime direniyoruz. ‘’Ben değişmem, onlar değişsin’’ diyoruz. O yüzden biteviye mutsuz, biteviye arayıştayız.   

Evet, bütün mesele, farkında olmak ve kabul etmek. Devamında ‘’Ben ne istiyorum?’’ ve ‘’Nasıl yapabilirim?’’ sorularını da sorarak. Bilinçli bir şekilde düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı dönüştürerek. Karşımıza çıkan fırsatları görerek, elimizin tersiyle itmeyerek, ‘’ben bilirim’’ dememek. 

Aydınlığın kapısı önümüzde açılmaya hazır. Ancak, öncelikle niyet etmemiz ve o kapıyı bir çalmamız lazım; ‘’Ben geldim ve hazırım’’ dememiz, kapının arkasında ne olduğunu bilmesek de sonuna kadar yürümeye kararlı olmamız lazım. 

Biliyorum zor iş. Kolay olacağını kim söyledi ki zaten? Yürümeye başlamadan önce emeklediğimiz gibi, zorlanacağımız, defalarca düşüp kalkacağımız bir süreç olacak elbette. Ama bir bebeğin kararlılıkla denemesi gibi deneyeceğiz biz de. Her düştüğümüzde kalkacağız ve ağlamadan yolumuza devam edeceğiz. Ancak o zaman erişeceğiz o özlediğimiz aydınlığa. 

Aydınlanma dediğimiz yer, bilinmez bir ülke değil aslında. Aydınlanma, geldiğimiz yer, özümüz. Bebekken çok iyi bildiğimiz, fakat büyürken unuttuğumuz o yere, özlemle geri dönmek için çabalıyoruz tüm hayatımız boyunca. Saf olma haline. Kendi zihnimizle yarattığımız düşüncelerden, kaygılardan, pişmanlıklardan, korkulardan arınmış olarak. Gideceğimiz yol, ancak kendi elimizle yarattığımız engeller kadar zor. Bir düşünün bugüne kadar kendinize koyduğunuz engelleri. Nelere ulaşamadınız bu engeller yüzünden? Kimi zaman aile dediniz adına, kimi zaman arkadaş, kimi zaman iş, kimi zaman devlet, kimi zaman düşman…Hep birileri ya da bir şeyler vardı değil mi? Oysa tek engel sizdiniz. İşte şimdi tek yapmanız gereken, hayatla aranıza koyduğunuz o engelleri birer birer kaldırmak. Hepsi bu! 

Hayatımızı yaşamak için tek bir fırsatımız var. O da ŞU AN! Hemen şimdi harekete geçin ve bir karar verin. Nasıl bir hayat yaşamak istiyorsunuz? İnsanlar sizi nasıl hatırlasın istiyorsunuz? İstediğiniz hayat için sorumluluk almaya hazır mısınız? Hala zor mu geliyor? O zaman bırakın kendi haline, uğraşmayın. Kimse hesabını sormayacak sizden. Yeter ki siz kendinizden hesap sormayın günü geldiğinde… 

Tijen ÖZER

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.