11 May
11May

Son zamanlarda çok duyduğumuz bir söylem, akışa bırakmak, akışta olmak, akışta kalmak…

Gerçekten de bugünlerde çok önemli akışta kalabilmek. Çok hızlı bir devinim içindeyiz ve dönüşüyoruz hep birlikte. Dünya değişiyor, alışkanlıklarımız değişiyor, bakış açımız, önceliklerimiz, hatta değerlerimiz değişiyor. Hayat, her zaman alıştığımız ritmin dışında ve farklı bir yöne doğru akıyor. Bu akış, bizi de çekiştiriyor her yanımızdan, dolayısıyla ‘’ben bu akışa uyum sağlamak istemiyorum, kime bana dokunmasın’’ deme lüksümüz pek yok gibi görünüyor. Peki nasıl akışta kalacağız, nasıl dünyanın ritminden kopmadan uyum sağlayacağız? Nedir akışta olmak? Bir çok kişinin anladığı anlamda teslim olmak ve bırakmak mıdır? Ne gelirse olduğu gibi kabul etmek midir? Akışta kalarak nereye ulaşabiliriz? Akışta kalmak için ne yapmak gerekir?

Akışta olmak, akışa bırakmak, elbette ki koşulsuz teslim olmak, kendini bırakmak değildir. Akışta olmak, kendi yolunda fakat bütünle birlikte hareket etmek, hayat rüzgarlarını arkamıza alarak yola devam etmektir. Akıntıya karşı değil, akıntıyla birlikte yüzmektir diğer bir deyişle…

İçinde bulunduğumuz dönemden bir örnek vermek gerekirse, hepimiz Corona virüsünün bize dayattığı koşulları yaşıyoruz şu anda. Hayatımızı ona göre şekillendiriyoruz, insanlarla fiziksel mesafemizi medikal kurallara göre ayarlıyoruz, alışverişimizi maske ile yapıyoruz, hijyene dikkat ediyoruz, dışarıda, kalabalıklar halinde sosyalleşmemeye özen gösteriyoruz. Geçici süre için şoka girsek, hareketsiz kalsak bile hiç birimiz hayatımızı durdurmadık virüs yüzünden. Mecburen duranlar, kısmen normal hayatına ara verenler oldu tabii. Ama çalışmaya değilse bile, yemeye, uyumaya, konuşmaya, plan yapmaya, kısacası yaşamaya devam ediyoruz. Evet, normal hayatımızı devam ettirirken bir engelle, hem de hayatımızı tehdit eden çok ciddi bir engelle  karşılaştık. Fakat uyum sağlamanın, hayatımızı bu koşullar altında olabildiğince normal yaşayabilmenin yollarını arıyoruz hep beraber. Tehdidi fırsata çevirmeye çalışıyoruz bir kısmımız, çalışıyoruz, üretiyoruz, daha önce yapamadıklarımızı yapmaya çalışıyoruz. Yani akıştayız, istesek de istemesek de.

Kendinizi koşulsuz akıntıya bıraktığınızda, eğer hiç hareket etmezseniz, ya sürüklenir ve boğulursunuz, ya bir kayaya çarpar ve onarılması zor yaralar alırsınız, ya da hiç ummadığınız bir yerden karaya vurur, ne yapacağınızı bilemez halde kalakalırsınız. Oysa akıntıyı arkanıza alıp, farkındalığınızı ve odağınızı kaybetmeden yüzmeye devam ettiğinizde, sakince ilerlemeye devam eder ve yorulmadan varacağınız noktaya ulaşırsınız.

Amacımız, yolumuzda, yorulmadan ilerlemek. Hayatın getirdiklerine, evrenin hareketine direnmeden, karşı koymaya çalışmadan, gerektiğinde yön değiştirerek, her zaman esnek olarak… Hep ilerlemek ve hep hareket etmek…Ancak o zaman gideceğimiz yere ulaşabiliriz. Her şey yolunda giderken, bazen  akıntının yönü değişir. Öyle engeller çıkar ki karşımıza, durmak ya da geri dönmek zorunda kalırız. Biz direndikçe ve yönümüzü değiştirmedikçe tekrarlanır durur bu engeller, Sisifos misali aynı noktaya döner dururuz. İşte o zaman durmak ve düşünmek gerekir. Belki yolumuz yanlıştır, belki de bazı şeyleri farklı yapmamız gerekiyordur.

Karşımıza çıkan her engelle savaşmak, her değişime karşı koymak, enerjimizi tüketir. Her defasında yeniden başlar, fakat yolumuzu ve bakış açımızı değiştirmediğimiz için yeniden aynı sıkıntıların içinde buluruz kendimizi. Ve bir gün başa dönecek gücümüz de kalmaz, tükeniriz. Yaşam tüm ağırlığıyla omuzlarımıza çöker, hem bedenimizi hem ruhumuzu pes ettirir. Yeniden harekete geçmeye korkarız. Dururuz. Durmak da bir dirençtir aslında. O da yorar insanı, çünkü evren sürekli hareket etmektedir. Dünya, güneş, gezegenler, yıldızlar, ağaçlar, taşlar, okyanuslar, canlılar…her şey sürekli hareket halindedir. Durmak, insanın doğasına, evrenin ruhuna aykırıdır, evren hareketi destekler. İnsan durduğunda tükeniş başlar; yavaş yavaş yok olur hem beden hem de ruh. 

Oysa yaşamak, yaşanan her anın farkında olarak yaşamak bir keyiftir ve enerji verir insana. Her defasında yeni bir şeyler öğrenerek yola devam etmek, kendimizi aşmak, farkındalığımızı arttırarak, potansiyelimizi keşfederek yaşamak, kendimizi tanımak, özümüzü bulmak oyunların en güzeli, en eğlencelisidir. Bize sunulmuş bu engin hayatı belli kalıplar içinde, başkalarının bize çizdiği sınırlarla kısıtlı olarak ve sürekli savaşarak yaşamak ise kendimize yapacağımız en büyük kötülüktür.

Bu yüzden bırakalım hayatla savaşmayı, tersine hayata karışalım ve onunla birlikte uyum içinde hareket ederek bulalım yolumuzu. Her koşulda hareket edelim. Bazen yanlış yöne gidebiliriz, çıkmaz sokağa girebiliriz ya da duvara çarpabiliriz. Olsun, yanlış yöne de gitsek, risk almayarak kaybettiklerimizin yanında çok daha büyük kazanımlar elde ederiz. Her zaman sonuca ulaşamayabiliriz ama yine de bu yolculuğa çıkmaya değer, çünkü durarak yaşanan bir hayat yaşanmamış demektir ve hayat, sürekli öğrenerek, gelişerek yaşandığında çok daha anlamlı, çok daha çok daha zevklidir… 

Tijen ÖZER

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.