Pİ'NİN YAŞAMI (LIFE OF PI)

Yönetmen  : Ang LEE, 2012

Oyuncular :  Suraj SHARMA, Irrfan KHAN, Gautam BELUR

(Spoiler İçermektedir.)


İnsan, içindeki vahşi hay vanla ne zaman tanışır? Tanıştığında ne hisseder? Nasıl uzlaştırır ehlileşmiş yönüyle? Nasıl yaşar onunla, varlığını bilerek? 

“Pi’nin Yaşamı”, kendi içimizdeki çatışmaları, çelişkileri, medenileşme yolunda kendimizden vazgeçişimizi ve ilkel benliğimizle karşılaştığımızda çektiğimiz acıları, simgesel bir şekilde, adeta bir masal tadında bize aktarıyor. Balina gibi, insan yiyen ada gibi, mirketler gibi, uçan balıklar gibi bazı simgelerle ve aniden ortaya çıkıveren sihirli dokunuşlarla, bir gencin hayal dünyasına konuk oluyoruz farkında olmadan. 

Filmin başında, çocuk Pi’nin anlam arayışına, dinler üzerinden hayatı ve yaşadıklarını anlamlandırma çabasına, mücadeleci ruhuna, içine düştüğü zor durumlardan, kendi hayal gücü ve zekası ile nasıl çıktığına tanık oluyoruz. Fransa’da bir havuzun ismini taşıyorken ve bu durum kendisine bir anlam ifade etmekten çok sıkıntı veriyorken (Piscine ismi, “pissin” şeklinde telaffuz edildiği ve buradan “pissing”e evrilerek alay konusu olduğu için), yaratıcı zekası ve hayal gücü sayesinde, Pi sayısının sonsuzluğunu giyinmeyi, bir havuzun sınırlı dünyasından çıkıp sınırsızlığa atlamayı tercih ediyor ve bu şekilde ismini Pi olarak akıllara kazımayı başarıyor. Bir bakıma, kendisine ebeveynleri ve sonrasında toplum tarafından uygun görülen varoluşu reddediyor, ismine ve yaşamına anlam kazandırarak sınırlarını ancak kendisinin belirleyeceği bir dünyaya yelken açıyor. 

Sonrasında inanılmaz bir hikayeye tanıklık ediyoruz. Artık iyi eğitimli bir genç olan Pi, ailesiyle ve işlettikleri hayvanat bahçesinin sakinleri olan vahşi hayvanlarıyla birlikte Hindistan’ı terk etme vakti geldiğinde, onları okyanus aşarak ABD’ye ulaştıracak bir gemide buluyor kendini. Ve o gemide, insanın içindeki vahşi ile ilk olarak gemi aşçısı kimliğinde tanışıyoruz. Aşçının kaba saba davranışları, hakaret ve aşağılamaları Pi’yi ve ailesini dehşete düşürürken, bizleri de gelecek sahnelere hazırlıyor.

Geminin fırtınaya yakalanarak batması, hikayenin ve Pi’nin asıl kırılma noktası. Bundan sonra gerçek hikayenin içine girdiğimizi sanıyoruz, ki aslında girdiğimiz, Pi’nin iç dünyasından başka bir şey değil. 

Acımasızlığı, vahşeti bir hayvanın suretinde görmek, hikayeyi bir nebze katlanılır kılıyor. Öyle ya, bir sırtlanın bir zebraya saldırması ve onu yemesi kime tuhaf ya da inanılmaz görünebilir ki? 

Peki ya bunları yapan bir insansa? Dahası, bunları başka insanlara yapıyorsa, o zaman nasıl katlanılır bu duruma? Nasıl baş edilir böyle bir düşmanla? Özellikle de korunaklı bir çevrede büyümüş, kırılgan ve naif bir genç tarafından? Hem de denizin ortasında, kaçacak hiçbir yer yokken? 

Elbette ki o genç Pi ise, hayal gücünün sınırsızlığına sığınacaktır. Elbette ki yaşadıklarına anlam katacak, kaderini kendisi yazacaktır. Kendisine biçilen varoluşu kabul etmediği gibi, kendisine reva görülen yok oluşu da kabul etmeyecektir. Artık varoluş yoktur, hayatta kalmak vardır. Sorgulanacak, yadırganacak bir şey de yoktur ortada. Önemli olan tek şey, ne olursa olsun yaşamaya devam etmektir. 

Kendi içindeki vahşiye ihtiyacı vardır şimdi. 

Ve Pi, isminin hakkını vererek sınırlarını aşar. İçindeki kaplanı çıkarır ortaya. Kah savaşır onunla, kah barışır. Bazen uzaklaşır, ölesiye korkar ondan. Bazen de alabildiğine yakınlaşır. Ama hep bir yolunu bulur birlikte yolculuk etmenin. Ne de olsa, yolun sonuna ulaşana dek birbirlerine ihtiyaçları vardır. 

Yolda karşılaştıkları tehlikelere birlikte göğüs gererler. İçindeki kaplan yorulduğunda aklını ve bilgisini devreye sokar Pi. Gücün yetmediği zamanlar vardır ne de olsa. Her durumda yalnızdır. Dost zannettiği mirket adasında (ada yok edici gerçek dünyayı, mirketler ise gündüz ortaya çıkıp gece yuvasına giren, koloniler halinde ve dayanışma içinde yaşayan insan topluluklarını sembolize eder) bile güvende olmadığını anladığında daha da yakınlaşır içindeki kaplanla. Artık onunla birdir, o olmadan yolculuğa devam etmesi mümkün değildir. 

Yolun sonu gelip de tehdit sona erdiğinde ise kaplan arkasına bakmadan çekip gider. Artık ona ihtiyaç yoktur. Pi, özleyecektir onu; onun sayesinde hayatta kalmıştır. Kalbi kırılır bu vedadan, kolayca bırakmak istemez. Fakat bir yandan da bilir, ihtiyacı olduğunda çıkıp geleceğini.

Filmin, Freudyen bakış açısıyla, id ve süper ego arasındaki çatışmayı anlattığını söyleyebiliriz. Ego ise zaman zaman ortaya çıkarak gerçeklere dikkat çeker, ihtiyacı belirler ve arzu edilenle maruz kalınan arasındaki uzlaşma zeminini hazırlar. Diğer taraftan, öğretilen toplumsal rollerin doğa ve hayat karşısındaki yetersizliği bir tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne. “Ne demek yani”, dedirtiyor, “insan bu mu gerçekten?”…”Sonuç olarak vahşi birer hayvan olduğumuzu kabul etmek midir hayatın özü?”…”Peki ya medeniyet?”…”Eğitim, öğretim?”…”Sevgi, saygı, toplum, dayanışma vesaire…?”…”Hepsi birer yanılsama mı, statükoyu ve toplum düzenini korumaya yönelik?”… 

Belki öyle, belki de değil…Belki de insan yaşamı, hepsinin toplamından ibaret. 

Neyi, nerede, ne kadar kullanacağımız bize kalmış, öyle değil mi? Ne de olsa, bulundukları koşullara en çok uyum sağlayabilenler hayatta kalıyor daima. Gerisi ise sadece teferruat. Siz ne dersiniz? 

Tijen Özer