MORRIE İLE HER SALI (TUESDAYS WITH MORRIE)

Yönetmen : Mick JAKSON, 1999 

Oyuncular: Jack LEMMON, Hank AZARIA 

(Spoiler İçermektedir.)   

“Morrie ile Her Salı”, hayatı sorgulatan kült filmlerden. ALS hastası 78 yaşında eski bir öğretmenin, ömrünün son haftalarında eski bir öğrencisi ile buluşması ve ona yaşam derslerini aktarması üzerine kurgulanmış. 

Yaşla gelen deneyimin yerini hiçbir bilgi alamaz, öyle değil mi?

Sevme korkusundan bahsediyor Morrie, kaybetmekten korktuğumuz insanlara kendimizi veremediğimizden. Ayrıca dokunmanın, paylaşmanın öneminden, kendini sevmekten, sessizlikle barışmaktan, her an ölebileceğimizi ve bir gün başkalarına muhtaç olabileceğimizi bilerek yaşamaktan. Pişmanlıklardan. “Aslında” diyor, “bebekken ve ölürken başkalarına ihtiyaç duyarız, ama en çok bu ikisi arasında başkalarına ihtiyaç duyarız”. Yani aslında her zaman başkalarına muhtacız. Oysa hiçbir zaman öyle olmadığımızı düşünmek istiyoruz. Bu kadar yorulmamızın en önde gelen sebebi bu büyük yanılsama belki de.

Bebekken dokunulmak için yaşadığımızı (dokunulmayan bebekler ölür), ama büyüdükçe dokunulmaktan hoşlanmaz hale gelebildiğimizi söylüyor (bazı insanlar dokunulmaktan hoşlanmaz). O insanlar için dokunulmanın anlamı zarar görmektir belki de! 

Filmin diğer bir can alıcı teması ise KABUL. Dünyaya hükmedebileceğini zanneden insanın, bir gün gelip de kendi bedenine, hatta aklına hükmedemez hale gelişi, bir tokat gibi çarpıyor yüzümüze. Geleni olduğu gibi kabul etmek, yaşadığımız, deneyimlediğimiz her olaya, karşılaştığımız her insana büyük anlamlar yüklemek ve gidene üzülmek yerine hepsini hayatın doğal akışının bir parçası olarak kabul etmek, bu dünyadan huzur içinde, soğukkanlılıkla ayrılmak ve ayrılmadan önce bildiklerimizi bilmeyenlere aktarabilmek bakımından önemli. Herkes gücü yettiğince, aklı elverdiğince bir şeyler bırakabilseydi bu dünyaya, yaşam çok daha zengin, çok daha anlamlı, çok daha yaşanılası olmaz mıydı geride kalanlar için? Tıpkı gerçekte bizim olmayan, bir gecede, bir saniyede yok olabilen “şey”lere tutunduğumuz gibi, bu dünyaya da gereğinden fazla tutunmuyor muyuz sizce de? 

Bana göre filmdeki en vurucu söz: “Nasıl öleceğini bildiğinde, nasıl yaşayacağını da bilirsin”. 

Evet, ölüm mutlak, ölüm doğal, ölüm her şeyden daha fazla insana ait. Her an ölebileceğimizi bilsek hayatı farklı yaşar mıydık gerçekten? Pandemide bunu öğrendik mi mesela? Herkes hayatını farklı mı yaşıyor şu an? 

Tijen  Özer